Millet Meclisi'nin Açılışı: Kurtuluş Savaşı'nın Kalbi
Arkadaşlar, bugün sizlere öyle büyük ve önemli bir konudan bahsedeceğiz ki, adeta tarihimizin dönüm noktası, bağımsızlık meşalemizin en parlak anlarından biri! Konumuz, Millet Meclisi'nin açılışı. Evet, yanlış duymadınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk adımları, Kurtuluş Savaşı'mızın kalbi ve geleceğimizin güvencesi olan bu müthiş kurumun nasıl doğduğunu ve bize ne anlattığını derinlemesine inceleyeceğiz. Bu sadece bir tarih dersi değil, aynı zamanda bir milletin küllerinden yeniden doğuş hikayesi, imkansızlıklar içinde filizlenen bir umut destanıdır. Düşünsenize, bir zamanlar her şeyin bittiği sanılan bir dönemde, atalarımız nasıl oldu da bu kadar kararlı ve cesur bir adım attı? İşte bu yazıda, o kritik süreci, o cesur kararları ve o unutulmaz atmosferi sizlerle paylaşacağız. Bu tarihi olay, sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, tüm mazlum milletlerin bağımsızlık mücadelesine ilham veren bir destandır. Milli iradenin tecellisi olan bu Meclis, halkın kendi kaderini tayin etme gücünü somutlaştırmış ve tüm dünyaya "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" haykırışını duyurmuştur. Özellikle o zorlu günlerde, ülkenin dört bir yanından gelen ve ortak bir amaç uğruna birleşen vatanseverlerin nasıl bir araya geldiğini, nasıl inançla çalıştıklarını görmek, bizlere bugün bile büyük bir motivasyon kaynağıdır. Bu yazımızda, Millet Meclisi'nin kuruluşunun ardındaki nedenleri, açılış sürecini, ilk kararlarını ve Kurtuluş Savaşı'na olan paha biçilmez katkılarını adım adım ele alacağız. Hazır mısınız? Öyleyse, bu tarihi yolculuğa birlikte çıkalım ve bu ulusal egemenlik destanının tüm detaylarını keşfedelim! Bu Meclis, sıradan bir parlamento değil, yok olmaya yüz tutmuş bir milletin son kalesi, son sığınma limanıydı. Osmanlı Devleti'nin dağılması, topraklarımızın işgali, ve o dönemin karmaşa ve umutsuzluk ortamı, yeni bir başlangıcı, yeni bir yönetim anlayışını zorunlu kılıyordu. İşte bu zorunluluk, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde, Anadolu'nun dört bir yanındaki milli iradeyi temsil eden delegeleri bir araya getirdi. Onlar, bağımsızlık ve özgürlük ateşiyle yanan, milletin her ferdini temsil eden kahramanlardı. Bu açılış, sadece bir bina kapısının aralanması değil, yeni bir ülkenin ve yeni bir çağın kapılarının sonuna kadar açılması demekti.
Neden Bir Millet Meclisi'ne İhtiyaç Duyuldu?
Millet Meclisi'ne olan ihtiyaç, aslında Osmanlı Devleti'nin son dönemlerindeki dramatik ve trajik durumuyla yakından ilgili, arkadaşlar. Düşünsenize, koca bir imparatorluk, yüzyıllarca üç kıtaya hükmetmiş o şanlı devlet, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış, toprakları işgal altında, başkenti düşman postalları altında eziliyordu. Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından fiilen işgal edilmişti ve İstanbul Hükümeti de bu durum karşısında adeta felç olmuş gibiydi. Padişah ve hükümet, işgal güçlerinin baskısı altında, milli çıkarlar yerine kendi varlıklarını sürdürme derdine düşmüş, milletin bağımsızlık feryadına kulak tıkamış gibiydi. Bu durum, Anadolu'da yaşayan halkın büyük bir hayal kırıklığına ve öfkeye kapılmasına neden oldu. Halk, İstanbul'dan gelen emirlerin işe yaramadığını, hatta bazen düşmanla işbirliği anlamına geldiğini görüyordu.
İşte tam bu noktada, Anadolu'da bir direniş ateşi parlamaya başladı. Halk, kendi imkanlarıyla Kuvâ-yi Milliye adı altında örgütlenmeye girişti. Bu direniş hareketleri, bölgeseldi ancak ortak bir amacı vardı: vatanı kurtarmak! Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla birlikte bu direniş, ulusal bir karaktere bürünmeye başladı. Paşa, Amasya'dan dünyaya haykırdı: "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir! İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!" Bu cümle, adeta bir kıvılcım etkisi yarattı. Ardından gelen Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi, bu milli mücadele ruhunu daha da pekiştirdi. Bu kongrelerde alınan kararlar, yeni bir yönetim anlayışının ve ulusal egemenliğe dayalı bir devletin sinyallerini veriyordu. Temsil Heyeti adı altında bir organ oluşturuldu ve bu heyet, adeta Anadolu'nun geçici hükümeti gibi çalışmaya başladı.
Ancak, bölgesel direnişler ve Temsil Heyeti gibi geçici çözümler, kalıcı ve meşru bir yönetim için yeterli değildi, arkadaşlar. Ülkenin kaderini belirleyecek ciddi kararlar alınması gerekiyordu. Düşmanı yurttan atmak, yeni bir devlet kurmak, uluslararası alanda tanınmak... Tüm bunlar için güçlü, birleşik ve meşru bir milli iradeye ihtiyaç vardı. İstanbul'daki Son Osmanlı Mebusan Meclisi, her ne kadar milli iradenin bir yansıması olsa da, işgal altındaki başkentte özgürce karar alamıyor, baskı altında kalıyordu. Misak-ı Milli kararları gibi önemli adımlar atmış olsalar da, maalesef bu meclis de işgal güçleri tarafından dağıtıldı ve milletvekilleri tutuklandı. Bu durum, Anadolu'daki milli mücadeleci liderlerin ve halkın, artık kendi kaderlerini bizzat ellerine almaları gerektiği konusunda net bir karara varmalarına neden oldu. İşte Millet Meclisi'nin açılışı, tam da bu ihtiyacın, bu ulusal çıkış arayışının bir sonucuydu. Bu Meclis, hem içerdeki halkın umudunu tazeleyecek, hem de dış dünyaya Türk milletinin bağımsızlık ve egemenlik azmini gösterecekti. Kısacası, bir Millet Meclisi'ne duyulan ihtiyaç, sadece siyasi bir boşluğu doldurmaktan öte, bir varoluş mücadelesinin en temel şartıydı, sevgili arkadaşlar.
Büyük Millet Meclisi'nin Açılış Süreci ve Tarihi Gün
Peki, bu Millet Meclisi dediğimiz şey nasıl oldu da açıldı? Hadi gelin, o heyecan dolu süreci ve 23 Nisan 1920'nin tarihi atmosferini birlikte canlandıralım, arkadaşlar. Son Osmanlı Mebusan Meclisi, İstanbul'un işgal altında olduğu bir dönemde, Misak-ı Milli kararlarını kabul ederek aslında milli bağımsızlığa giden yolda çok önemli bir adım atmıştı. Bu kararlar, vatanın bölünmez bütünlüğünü ve milli egemenliği esas alıyordu. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi, bu durum işgalci güçlerin hiç hoşuna gitmedi. İngilizler, bu kararların ardından 16 Mart 1920'de İstanbul'u resmen işgal ettiler. Mebusan Meclisi'ni basarak milletvekillerini tutukladılar, bazılarını Malta'ya sürdüler ve Meclis'i fiilen kapattılar. Bu, milli iradeye yapılmış büyük bir darbeydi.
Ancak bu darbe, milli mücadele ruhunu söndürmek yerine, aksine alevlendirdi! Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'daki bu gelişmeleri fırsata çevirerek, aslında uzun süredir planladığı yeni bir milli meclis fikrini hızlandırdı. Olayların bu şekilde gelişmesiyle, Meclis'in Ankara'da toplanması için güçlü bir zemin oluşmuştu. Paşa, 19 Mart 1920'de tüm valiliklere, mutasarrıflıklara ve kolordu komutanlıklarına bir telgraf gönderdi. Bu telgrafta, İstanbul'daki durum nedeniyle olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis'in Ankara'da toplanacağını duyurdu. Her ilden 5 milletvekili seçilmesi isteniyordu; ayrıca İstanbul'dan kaçabilen eski Mebusan Meclisi üyeleri de otomatik olarak bu yeni Meclis'in üyesi sayılacaktı. İşte bu çağrı, adeta bir varoluş fermanıydı!
Bu çağrının ardından, Anadolu'nun dört bir yanında büyük bir telaş ve heyecanla seçimler yapıldı. En zor şartlar altında bile, halk kendi temsilcilerini belirlemek için sandık başına gitti. Kimisi atla, kimisi yürüyerek, kimisi deveyle, her türlü zorluğa rağmen Ankara'ya doğru yola çıktılar. Bu yolculuklar, adeta bir bağımsızlık yürüyüşüydü. Ankara'ya ulaşan vekiller, o dönemin kısıtlı imkanlarıyla hazırlanan, aslında İttihat ve Terakki Kulübü olarak kullanılan binada bir araya gelmeye başladılar. Bina eskiydi, imkanlar kısıtlıydı ama içerdeki ruh ve inanç paha biçilmezdi.
Ve nihayet, o tarihi gün geldi çattı: 23 Nisan 1920 Cuma. Cuma namazı Hacı Bayram Camii'nde kılındı. Namazdan sonra, dualar eşliğinde, kurbanlar kesilerek Meclis binasına doğru tekbirlerle yüründü. Halkın yoğun katılımıyla, coşkulu ve duygusal anlar yaşandı. Meclis, dönemin en yaşlı üyesi olan Sinop Milletvekili Şerif Bey'in açış konuşmasıyla öğlen saatlerinde resmen açıldı. Şerif Bey, konuşmasında Meclis'in önemine vurgu yaparak, "Milletimizin içinde bulunduğu buhranlı ve elim vaziyette, milletin hukukunu ve istiklalini korumak için kutsal bir görevi üstleniyoruz" dedi. Bu açılış, sadece bir binanın kapılarının açılması değil, aynı zamanda bir milletin egemenlik ruhunun, kendi kaderini belirleme azminin de bir ilanıydı. Türk ve İslam dünyasının o günkü şartlarında, böylesine demokratik ve milli egemenliğe dayalı bir meclisin kurulması, adeta bir mucize niteliğindeydi, sevgili gençler. Anadolu'nun ortasında, işgal altındaki bir ülkede, tüm dünyaya meydan okuyan bir irade beyanıydı bu.
Büyük Millet Meclisi'nin İlk Kararları ve Güçler Birliği
Büyük Millet Meclisi'nin açılışının ardından, vekillerin aldığı ilk kararlar, aslında Meclis'in ne kadar kararlı ve radikal bir duruş sergilediğini açıkça gösteriyor, arkadaşlar. Bu kararlar, sıradan yasama faaliyetlerinden çok daha öteydi; resmen yeni bir devletin ve yeni bir yönetim anlayışının temellerini atıyordu. Meclis, daha ilk günden itibaren Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir! ilkesini benimsedi ve bunu adeta pusulası haline getirdi. Bu ilke, hem İstanbul'daki padişahlık ve saltanat makamının otoritesini sorguluyor, hem de işgalci güçlere karşı milletin tam bağımsızlık azmini haykırıyordu. Yani, "Artık söz de karar da milletin!" diyordu.
Meclis, daha açılışının ikinci günü, yani 24 Nisan 1920'de, Mustafa Kemal Paşa'yı Meclis Başkanlığı'na seçerek ilk önemli adımlarından birini attı. Bu seçim, sadece bir başkan seçimi değil, aynı zamanda Milli Mücadele'nin liderliğini resmiyet ve meşruiyet kazandırma anlamına geliyordu. Ardından gelen kararlar ise, güçler birliği ilkesinin net bir yansımasıydı. Normalde demokratik sistemlerde yasama, yürütme ve yargı güçleri ayrıdır, biliyorsunuz. Ancak o dönemin olağanüstü şartları nedeniyle, Büyük Millet Meclisi, bu üç gücü de kendi bünyesinde topladı. Yani, Meclis hem kanunları çıkarıyor (yasama), hem hükümet kurup uyguluyor (yürütme), hem de gerektiğinde yargı yetkilerini kullanıyordu. Bu durum, hızlı karar alma, etkili uygulama ve bağımsızlık mücadelesinde tek ses olma açısından hayati öneme sahipti.
Meclis'in aldığı diğer önemli kararlar şunlardı, gençler:
- Hükümet Kurulması: Meclis'in üstünde bir güç olmadığını ilan ettikten sonra, bir hükümet kuruldu. Bu hükümet, İcra Vekilleri Heyeti adıyla biliniyordu ve Meclis içinden seçilen vekillerden oluşuyordu. Bu, İstanbul Hükümeti'ne alternatif, tamamen milli iradeye dayalı bir yönetim organıydı.
- Padişahlık ve Saltanat Sorunu: Meclis, henüz saltanatı tamamen kaldırmasa da, bu kararlar dolaylı olarak saltanatın gelecekteki konumunu tartışmalı hale getiriyordu. Zira "Milletin bağımsızlığını milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ve "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkeleri, padişahın mutlak egemenliğini fiilen ortadan kaldırıyordu.
- Geçici Hükümet Olmama: Meclis, kendini geçici ilan etmedi. Yani "Biz sadece savaş bitene kadar buradayız" demedi. Bu, Meclis'in kurduğu düzenin kalıcı olacağının ve yeni bir devlet düzeni kurma niyetinin güçlü bir göstergesiydi.
- Yüksek Yargı Yetkisi: İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasıyla birlikte, Meclis yargı yetkisini de fiilen kullanmaya başladı. Bu mahkemeler, Kurtuluş Savaşı'nın disiplinini sağlamak ve ayaklanmaları bastırmak için olağanüstü yetkilerle donatılmıştı.
Bu kararlar, ulusal egemenlik kavramını sadece teorik bir ilke olmaktan çıkarıp, pratiğe döken, somut bir yapı ortaya koyan adımlardı. Meclis, adeta bir varoluş mücadelesinin en üst organı haline gelmişti. Hiçbir dış gücün ya da içerideki eski rejim unsurlarının etkisinde kalmadan, tamamen milletin çıkarına ve bağımsızlığına odaklanan bu kararlar, Kurtuluş Savaşı'mızın hukuki ve siyasi alt yapısını oluşturdu. İşte bu yüzden, Büyük Millet Meclisi'nin ilk kararları, sadece bir toplantının tutanakları değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuş belgesi niteliğindeydi, sevgili dostlar. Bu kararlarla, Türk milleti kendi geleceğini kendi ellerine almış, yeni bir sayfa açmıştı.
Millet Meclisi'nin Kurtuluş Savaşı'na Katkıları ve Önemi
Millet Meclisi'nin Kurtuluş Savaşı'na katkıları ve önemi, arkadaşlar, gerçekten paha biçilemez ve hatta abartısız bir şekilde savaşın kazanılmasında anahtar rol oynamıştır. Düşünsenize, ülkenin her köşesi işgal altındayken, düzenli bir ordusu bile olmayan bir milletin, nasıl olup da dünyanın en güçlü devletlerine karşı koyabildiğini? İşte bu mucizenin arkasında, Ankara'daki o mütevazı Meclis binasında toplanan Büyük Millet Meclisi'nin azmi, kararlılığı ve yönlendirici gücü vardı.
Meclis'in en önemli katkılarından biri, düzenli ordunun kurulması ve cephelerin yönetilmesi oldu. Başlangıçta bölgesel direniş örgütlenmeleri olan Kuvâ-yi Milliye birlikleri vardı, evet. Ancak bu dağınık ve disiplinsiz yapının, düzenli işgal ordularına karşı başarı şansı çok düşüktü. İşte Meclis, tek çatı altında toplanan ulusal irade sayesinde, Kuvâ-yi Milliye'yi düzenli orduya dönüştürme kararını aldı. İsmet İnönü gibi komutanların önderliğinde, yokluklar içinde büyük bir özveriyle, disiplinli ve modern bir ordu inşa edildi. Bu ordu, Batı Cephesi'nden Doğu Cephesi'ne, Güney Cephesi'ne kadar ülkenin dört bir yanında destanlar yazdı. Meclis, bu ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için olağanüstü çabalar sarf etti. Halktan toplanan yardımlar, Tekâlif-i Milliye emirleri gibi zorunlu bağışlar ve vergilerle, askerimizin giyimi, kuşamı, yiyeceği ve mühimmatı sağlandı. Bu, Meclis'in halkı örgütleme ve toplumsal seferberlik yaratma gücünün somut bir göstergesiydi.
Uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında da Meclis'in rolü çok büyüktü. İstanbul Hükümeti'nin işgalcilerle işbirliği içinde olduğu bir dönemde, Ankara'daki Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin yegane temsilcisi olduğunu dünyaya kabul ettirmeye çalıştı. Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması, Fransa ile Ankara Antlaşması gibi önemli uluslararası anlaşmaları imzalayarak, Kurtuluş Savaşı'mızın uluslararası meşruiyetini sağladı. Bu anlaşmalar, hem cephelerdeki yükümüzü hafifletti hem de düşman saflarında ayrışmalara neden oldu. Özellikle Lozan Barış Antlaşması'na giden yol, Meclis'in bu diplomatik başarılarıyla döşendi. Meclis, Sevr Antlaşması gibi ölüm fermanı niteliğindeki dayatmaları asla kabul etmeyeceğini tüm dünyaya ilan etti ve bu kararlılığıyla zaferin kapısını araladı.
Meclis'in belki de en temel ve derin katkısı, milli birlik ve beraberliği sağlama konusundaki başarısıydı. Ülkenin dört bir yanında çıkan iç isyanlar ve ayaklanmalar, Kuvâ-yi İnzibatiye gibi karşıt güçlerin varlığı, milli mücadeleyi içerden baltalıyordu. Ancak Meclis, aldığı kararlar, kurduğu İstiklal Mahkemeleri ve yürüttüğü etkili propaganda ile bu iç düşmanları bertaraf etti. Halkın ortak bir ideal etrafında toplanmasını sağladı. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesiyle, halka kendi kaderinin sahibi olduğunu hissettirdi ve bu, inanılmaz bir motivasyon ve dayanışma ruhu yarattı.
Son olarak, Millet Meclisi'nin önemi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atması ve demokrasi kültürünün ilk tohumlarını ekmesi yatmaktadır. Bu Meclis, sadece bir savaşı yönetmekle kalmadı, aynı zamanda yeni bir devletin idari, hukuki ve siyasi yapısını inşa etti. Gelecekte kurulacak olan Cumhuriyet'in, ulusal egemenliğe dayalı, demokratik ve laik bir yapıya sahip olacağının sinyallerini verdi. Yani, arkadaşlar, Büyük Millet Meclisi, sadece bir meclis değil, aynı zamanda Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık anıtı, modern Türkiye'nin doğduğu yer ve demokrasi destanımızın başlangıcıdır. Onun sayesinde, bugün özgür ve bağımsız bir ülkede yaşıyoruz, bu yüzden onu her zaman saygı ve minnetle anmalıyız.
Sözün özü, arkadaşlar, bugün hep birlikte Millet Meclisi'nin açılışı gibi tarihimizin en kritik ve en şanlı dönüm noktalarından birini inceledik. Gördünüz ki, bu sadece bir parlamento binasının kapılarının açılması olmaktan çok daha öteydi. Bu, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük tutkusunun, ulusal egemenlik idealinin somutlaşmış haliydi. İşgal altında, umutsuzluğa düşmüş bir millete yeniden ruh veren, yol gösteren ve zafere taşıyan bir destandı. Büyük Millet Meclisi, yoktan var edilen bir orduyla düşmanları yurttan atmakla kalmadı, aynı zamanda yeni bir ülkenin ve çağdaş bir cumhuriyetin temellerini attı. Onun ilk kararları, güçlü bir irade beyanıydı; Kurtuluş Savaşı'mıza yaptığı katkılar ise, bize bugün bile ilham veren cesaret ve fedakarlık örnekleriyle doluydu. Bu Meclis, milletin kendi kaderini kendi ellerine almasının, hiçbir gücün milletin üzerinde olamayacağının en net göstergesiydi. İşte bu yüzden Millet Meclisi'nin mirası, sadece tarih kitaplarında kalmış tozlu bilgiler değil, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin ruhudur. Onun ilkeleri, demokrasimizin ve ulusal birliğimizin güvencesidir. Bizler de bu büyük mirasa sahip çıkarak, atalarımızın bizlere emanet ettiği bu değerli vatanı ve demokrasiyi sonsuza dek yaşatmalıyız. Gelecek nesillere aktaracağımız en kıymetli hazine, ulusal egemenlik ruhu ve bağımsızlık bilinci olacaktır. Bu ruhu anlamak ve yaşatmak, hepimizin ortak görevi olmalı, sevgili arkadaşlar. Unutmayalım ki, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!"